30.3.08

CALPOL yasaklanmış !?

Calpol ve benzeri birçok ilaç İngiltere'de yasaklamış. Çünkü çocuklarda ölüme neden oluyormuş. İçinde üzerinde yazdığı kadar ile sadece Parasetemol olan ve yıllardır satılan bir ilacın nasıl böyle birşeye hemde bu zamanda neden olmasına anlam veremiyoruz. Amerikada yıllar önce yasaklanmış Novalgin'in her türünün hala ülkemizde satıldığı ve doktorlarımızca kullanıldığı düşünülürse durum daha da komikleşir. Eğer önemli olan çocuk sağlığı ise bugün tüm çocuklara yapılan ülkemizde kullanılan Pastör aşılarının içinde tarımda böcek öldürücü olarak kullanılan kimyasal madde olan Formaldehit vardır. İşin ilginç yanı Pastör gibi bir firmanın başka koruyucu kalmamış gibi bu zararlı maddeyi aşı gibi çok önemli bir sıvının içine koyması konuyu daha da anlamsızlaştırır. Yorum size ait.

Erken Teşhiste PET/ BT'ye neden ihtiyacım olabilir?

PET sonuçlarının doktorunuzun potansiyel sağlık probleminiz ile ilgili teşhisine çok önemli katkıları olmaktadır. (PET/CT diğer tanı yöntemlerine göre yüzde 99'a varan oranlarda etkilidir.) PET çalışması sadece tanıya değil doktorunuzun değişik tedavi yöntemlerinin sonucunu tahmin etmesine ve sizin için en yararlı tedavi yaklaşımını tercih etmesine, tedavi cevabını değerlendirmesine katkıda bulunur; eğer tedavi yanıtı yeterli değilse daha etkin tedavi yöntemlerine yönlenilmesine yardımcı olur. PET/ BT nüks hastalığın ve yaygın hastalığın ( metastazların ) erken dönemde yüksek doğrulukla teşhisini sağlamaktadır. Tümörün iyi huylu mu yoksa kötü huylu mu olduğunun ayırt edilmesinde.Kanserin vücudunuza yayılıp yayılmadığını belirlemede
Verilen tedavinin işe yarayıp yaramadığının gösterilmesinde. Gereksiz ve çeşitli biopsi yöntemlerinden önce kullanılması önerilir. Daha fazla bilgi için
www.tutfd.org/pdf.php3?id=77

26.3.08

SAĞLIKLI YAŞAM ÖNERİLERİ

Sağlıklı olmak, insan mutluluğunun öncelik taşıyan bir öğesidir. Sağlık genellikle kendiliğinden var olan bir durum olarak algılanır. Oysa sağlıklı olma uğrunda çaba gösterilmesi gerekir. Hatta bugünkü bilgilerimiz bize bu uğraşın daha doğum öncesi dönemde başlaması gerektiğini göstermektedir. Doğal olarak bu aşamada yapılması gerekenler, anne ve babalara düşmektedir. Olaya nesillerin sağlığı olarak bakıldığında, sağlığın ve sağlıksızlığın nesiller boyunca aktarılabileceği görülür. Anne ve babalar genetik özelliklerinin yanı sıra kendi sağlıklarına gösterdikleri özenle bebeklerine sağlık aktarabileceklerini bilmelidirler.

Sağlıklı bir yaşam için alınması gereken önlemlerin pek çoğu günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay çabalardan oluşur. Nerede olursa olsun günlük yaşamı düzenleyen bazı temel kuralların bilinerek uygulanması, sağlığın korunmasını ve diğer bireylerle paylaştığımız yaşamı kolaylaştırır. Bu kurallardan en önemli bazıları temizlik, sağlıklı beslenme, bedensel ve zihinsel çalışma, düzenli yaşam, sigara, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden uzak durma, kazalardan korunma, sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanmadır.

Çoğunlukla günlük çabalarda hedefin mutluluk olduğu varsayılır. Oysa altta yatan asıl neden güvenlik duygusudur. Çünkü hayatta kalmayı sağlayan en ilkel dürtü korkudur ve güvenlik duygusu korkunun yatıştırılmasıyla ortaya çıkar. Kendimizi güvende hissedebilmemizin ilk koşulu ise bilmektir. Ancak bildiğimiz şeyi, bildiğimiz kadarı ile kontrol edebiliriz. İkinci basamaksa bilginin eyleme dökülmesidir. Bilgimizi davranışımıza yansıtamıyorsak bu bilgi bizim için huzursuzluk kaynağı olmaktan öteye geçemez. Bir sonraki aşama ise paylaşarak çoğaltma, yandaş oluşturmadır. Bunun için bilgimize dayanan doğru bulduğumuz davranışı kurallaştırmaya çalışırız. Toplum içindeki pek çok kural bu yolla oluşmuştur. Zaman içinde altta yatan bilgi evrimleştikçe kurallar da değişecektir. ....devamı için

20.3.08

KANSERİN NEDENLERİ

Dünyada her yıl 10 milyon kişi kansere yakalanıyor. Ülkemizde ise her yıl 150 bin kişide kanser vakası görülüyor. Ayrıca her yıl ülkemizde 2500 ila 3 bin çocuk malesef değişik dedenlerden dolayı kansere yakalanıyor.
Kanserlerin, değişik tezlere göre yüzde 25-35 oranında beslenmeyle ilgili oldukları ileri sürüldüğüne göre, sebep olucu etmenlerle ilgili tasnifi de buna göre yapmak mümkündür.

A.Beslenmeyle İlgili Olmayanlar:

Günümüzde değişik kaynaklar, karsenojen (kanser yapıcı) ve teratojen (mutasyona yol açıcı) etkiye ve riske sahip unsurların, beslenme dışında olanlarını, başlıca şöyle sıralıyorlar:
1. Radyoaktif etki, güneşin morötesi B ışınları, televizyon ve bilgisayar ekran ışınları, floresan lambaları, fosforlu ışınları, solaryum ve atmosferik ozon tabakasındaki delinmeler.
2. Radyo, televizyon ve cep telefonu yayın aktarımında hasıl olan zararlı dalgalar.
3. Hava kirliliğine yol açan baca ve egsoz gazları, havasız ortamlar.
4. Sıcak gazlar ve kükürt gazları.
5. Çöplüklerin radyoaktif ve koku etkileri.
6. Sigara,
7. Uyuşturucu maddeler,
8. Bazı tıbbi ilaçların kümülatif yan etkileri,
9. Çok sık ağrı kesici ve tansiyon düşürücü ilaçlar kullanımı,
10. Östrojenli doğum kontrol hapları,
11. Antibiyotiklerin kontrolsüz ve aşırı kullanımı,
12. Bazı kumaşların imalinde kullanılan kimyasalların kalıntıları,
13. Plastik maddeler,
14. Alüminyum kaplar,
15. Bazı şampuan ve deterjanlar,
16. Bazı parfüm ve deodorantların değişik koku etkileri,
17. Asbest,
18. Bazı deri sanayii kimyasalları,
19. Kimyasal çevre kirliliği,
20. Dioksin maddesi (beyazlatıcı)
21. Bazı yöre topraklarının etkisi,
22. Soyaçekim,
23. A ve AB grubu kana sahip olanlar,
24. Ağır deprasyonlar, sıkıntı ve stresler, 25. Erken adet görme ve erken adetten kesilme, 26. Hormon tedavileri,
27. Hepatit B ve C gibi onkolojik virüsler,
28. Vücuttaki benler,
29. Ateşli hastalıklar,
30. Kürtaj yaptırmalar,
31. Bebek emzirmemeler,
32. Cinsel anlayıştaki değişmeler,
33. Gece uykusunu yeterince almamak,
34. Hareketsizlik,
35. Hormonal etkiler,
36. Aşırı yorgunluk,
37. Sık sık hamile kalışlar,
38. Kötü hijyen şartları,
39. Çeşitli enfeksiyonlar, toksinler ve hücre çekirdeğindeki DNA'lara girip, genetik programları bozan virüsler,
40. Diğer hastalıkların doğurduğu zaafiyetler, 41. Yüzde 5 nispeten kişinin hiçbir rolü olmadan.

B. Beslenmeyle İlgili Olanlar:

Bu etkilerin, insan beslenmesiyle ilgili olanları da, yine değişik kaynaklarda belli başlı olarak şöyle ifade edilmektedir:
1. Gıda ve içeceklerde kimi katkı maddeleri, 2. Gıda ve içeceklerdeki renk maddeleri,
3. Suni tatlandırıcılar,
4. Hazır çorbalardaki MSG maddesi,
5. Zeytin gibi ürünleri olgunlaştırmada kullanılan bazı kimyasallar,
6. kimi besinlerdeki ve sudaki nikel, kadmiyum, kurşun, arsenik, asbest vb'nin sınır değerlerin üzerinde bulunması,
7. Akollü içkiler,
8. Kurutulmuş besinlerdeki aflotoksin maddesi, 9. Çeşitli besinlerde meydana gelen küflenmeler,
10. Bazı konserve gıdalar,
11. Gıdalardaki nitrat ve nitritler,
12. Turşu ve salamura gibi aşırı tuzda bekletilmiş gıdalar,
13. Tütsülenmiş gıdalar,
14. Belli besinlerin sürekli, tek yönlü kullanımı,
15. Kepeksiz un,
16. Sürekli sıcak veya soğuk yeme alışkanlığı, 17. Baharatlı maddeleri aşırı tüketme,
18. Aşırı kızartmaya dayalı beslenme,
19. Aşırı kırmızı ete dayalı beslenme,
20. Çok miktarda hayvansal yağ ve protein ihtivalı gıdalar,
21. Yüksek sıcaktaki kızarmış, közlenmiş ve ızgara edilmiş gıdalar,
22. Yeterli su içmek alışkanlığına sahip bulunmamak,
23. Beslenme yetersizlikleri ve aşırı diyet, 24. Anne sütünde bulunabilen poliklorinat ve bifenil maddesi,
25. Aşırı beslenmeye dayalı şişmanlık,
26. Zayıflama amaçlı kimi diyet uygulamaları, 27. Yağlı besinlerle beslenme,
28. Bazı içme suları,
29, Aşırı azot gübresi verilmiş yeşil ürünler, 30. Bazı zirai mücadele ilaçlarının kalıntı etkileri,
31. Bazı yem katkı maddelerinin hayvansal ürünlere etkileri,
32. Bazı veteriner ilaçlarının hayvansal ürünlere etkileri,
33. Turfanda ürünlerde kullanılan bazı bitki büyüme düzenleyicilerinin etkisi,
34. Transgenik ürünler,
35. Plastik türevi besin ambalaj maddeleri.

BESİNLERDE OLUŞABİLEN ALFATOKSİNLERİN ÖNEMİ VE İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ

Aflatoksinler, bilinen en etkili kanserojenik maddeler arasında yer almaktadır.(ilk sırada asbest ile birlikte)

Aflatoksinler arasında en toksik olanı Aflatoksin-B1'dir. Ortamda çoğunlukla yüksek konsantrasyonda oluşur. Aflatoksinler çok düşük dozlarda, yani ppb seviyelerinde vücuda alındığında kanserojenik, mutajenik, teratojenik ve kuvvetli hepatotoksik (karaciğere etki eden) etkiler gösteren mikotoksinlerdir. En çok etkili olduğu organ ise karaciğerdir. Buna karşı A,C,E vitaminleri ve selenyum etkilidir. Vücudunuzda bunlar yok ise kanser kaçınılmazdır. A,C,E vitaminleri ve selenyum karaciğerin mikrozomal enzimlerini aktive ederek aflatoksikozise bağlı olarak şekillenen karaciğerde kanser oluşumunu engellemektedir.

Küflenmiş besinleri kesinlikle tüketmeyin.
Küflenmeye elverişli hammadelerden yapılmış yiyecekleri yemeyin ve içmeyin. (Kırmızı biber, ekmek, peynir, meyve suyu...)

ALÜMİNYUM Kaplar ALZHEIMER hastalığına ve zeka geriliğine neden oluyor!

Son yıllarda alüminyumun Alzheimer hastalığının oluşumunda etken olduğu konusunda araştırma yapılırken bu hastaların beyin dokusunda yüksek miktarda alüminyum birikimi olduğu tespit edilmiştir.

Besinlerde alüminyum artması, vücudumuz için çok gerekli olan kalsiyum, demir, fosfor, mağnezyum gibi minerallerin vücuda yarayışlılığını azaltır. Bu nedenle alüminyum kaplarda hazırlanan yemekleri tüketenlerde başta Alzheimer hastalığı olmak üzere anemi, kemik erimesi, zeka geriliği hatta kansere bile neden olabileceği araştırmalar sonucu tespit edilmiştir. Alüminyumların yüzeyi daima onu koruyan bir oksit tabakayla kaplıdır. Bu nedenle bu kapların telle ovulması doğru değildir. Asit ve alkali özellik içeren temizlik materyalleri de bu tabakayı etkiler. Yemeklerin ve özellikle asitli maddelerin kap içerisinde fazla bekletilmeleri koruyucu tabakanın zarar görmesine neden olmaktadır. Oksit tabakası delinmiş ve dip kısmında siyahlıklar görünmeye başlamış kapları kesinlikle kullanmayınız.
Alüminyum kaplar ısıyı son derece iyi iletmesine rağmen, zararları araştırma yapıldıkça ortaya çıkmaktadır. Alüminyum diğer pek çok metalde olduğu gibi temas ettiği besine geçebilir. Genellikle asitli besinlerle temasta bu geçiş daha fazla olduğu bildirilmektedir.
Yemekler, oksit tabakası zarar görmüş alüminyum kaplar içerisinde bekletilmeleri neticesinde yemeklere fazla miktarda alüminyum geçişi olacağından çok zararlıdır. Vücuda fazla alınan alüminyum kansere neden olduğu konusunda da araştırmalar devam etmektedir. Vücuda fazla alınan alüminyumun beyinde birikerek zeka geriliğine neden olduğu araştırmalar sonucu tespit edilmiştir. Özellikle koruyucu tabakası delinmiş dip kısmında siyahlıklar görünmeye başlamış olan alüminyum kapları sağlığınız için atın. Daha sağlıklı bir hayat için krom, cam, toprak gibi kapları tercih edin.
Kilden yapılan toprak kaplar ısıyı iyi iletir ve geç soğurlar. Toprak kaplar besindeki asit ve alkaliden etkilenmezler. Bu açıdan sağlıklıdırlar. Ancak yüzeylerinde çatlak oluşursa buralarda mikroorganizmalar barınabilir. Toprak kaplar kullanıldıktan sonra çok iyi yıkanıp kurulanması gerekir. Bazı toprak kapların yüzeyi sırla kaplıdır. Sır yüksek ısıda yapılmışsa sırdan yemeğe kurşun, kadmiyum gibi zararlı maddeler geçebilir. Bu nedenle bu kaplar besin saklamada kullanılmamalıdır.
Tencere ve tavalar için en iyi kalite paslanmaz çelik %18 krom, %8 nikel içermesidir. Yüksek nikel oranı çeliğe parlaklık, krom sağlamlık ve korozyona karşı dayanıklılık verir. Çelik kaplarda pişirilen yemeğe demir, krom, nikel geçişi olur. Paslanmaz çelik tencereler içerisinde yemek pişirme son derece düşük ısıda yapılmalıdır.

Musluk Suyu + Kullanılan Temizlik Maddesi = Ölümcül Zehir

Musluk suyundaki klor, diş macunu, el temizlik maddeleri ve deterjanlarla birleştiğinde ölümcül olabilir.

Suyu mikroplarından arındırmak için kullanılan Klor, bazı diş macunlarında olabilen triclosan adlı maddeyle birleşerek çok tehlikeli olabiliyor.
ABD'nin Virginia Teknik Üniversitesi Uzmanları, musluk suyuna katılan klorla ilgili endişe verici bulgulara ulaştı.

Uzmanlara göre, klor, diş macunu ve deterjanlardaki triclosan adlı maddeyle temasa geçtiğinde reaksiyona giriyor ve zehirli kloroform gazı oluşuyor. Bu gazın solunması ya da deriden nüfusu depresyon, karaciğer rahatsızlıkları ve kanser riski ortaya çıkarıyor.

İngiltere'de Colgate, Aquafresh, Dentyl ve Sensodyne gibi çok sayıda diş macununun triclosan içerdiği tespit edildi. Triclosan içeren macunlar raflardan indirildi. Dişeti hastalıklarına karşı çok etkili triclosan'ın bulaşık ve el yıkama deterjanlarında da bulunduğu belirlendi.


Triclosan adlı kimyasalı içeren ürünleri imal eden firmalar, bu kimyasalın güvenilir olduğunu iddia etseler de, United States Environmental Protection Agency (EPA) (Amerikan Çevre Koruma Vakfı), onu böcek zehiri olarak kaydetti. Bu bileşimin kimyasal formülü ve molekül yapısı dünyadaki en zehirli kimyasalların bazılarıyla benzer özellikler taşıyor .


Triclosanla ilgili ilk alarm, 2000 yılında İsveç hükümeti, gereksiz yere triclosan kullanımını engellemek istediğinde ortaya çıktı. Bu kimyasal, lağımda, balıkta ve anne sütünde bulununca, İsveç'teki bayiler raflarından bu maddeyi kaldırdılar. Bu tutum İngiliz uzmanları tarafından da desteklendi ve İngiltere'deki ana bayiler bu kimyasaldan kurtulmaya karar verdiler.

Triclosanın her gün kullanılan bir madde olması üstünde düşünülmesi gereken bir durum. Triclosanın yaygın kullanımı, bakterinin antibiyotiklere karşı dirençli hale gelmesine ve reçeteli ilaçların bakteriyel enfeksiyonlarla savaşamamasına neden olur diye endişelere sebep olmuştu. İsveçli uzmanları asıl endişelendiren, bu maddenin anne sütünde ve çevrede bulunması oldu.

Kanserin yayılmasını önleyecek buluş

İngiliz bilim adamları, kanser hücrelerinin yayılmasını önleyebilecek bir buluşa imza attı. London Research Institute (Londra Araştırma Merkezi) araştırmacıları, "Tes" adlı bir proteinin, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelere yayılmasına yardımcı olan "Mena" proteinini durdurabildiğini tespit etti.

Tümörlerde çok sayıda Mena proteini bulunduğu ve bu proteinin kanser hücrelerinin vücutta yayılmasına yardımcı olarak kanser tedavisini zorlaştırdığı belirlendi. "Tes" proteinin ise tümörlerde bulunmadığı görüldü.

İngiliz araştırmacılar, moleküllerin 3 boyutlu yapısını inceleyerek Tes'in, Mena proteinine tutunarak, Mena'nın kanserli hücrelerle bağ kurmasını önlediğini belirtti. Araştırma ekibinin lideri Dr. Michael Day, Tes proteinini taklit edecek tedavi yöntemlerinin geliştirilmesiyle kanserin yayılmasının önlenebileceğini umduklarını söyledi.

Biraz daha zaman...

Ancak Dr. Day, bunun için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini ve böyle tedavi yöntemlerinin kullanılabilmesi için uzun süre bekleneceğini belirtti. Dr. Day, Mena'nın, kanserin yayılma mekanizmasının yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğunu da vurguladı.

Araştırmanın sonuçları Molecular Cell dergisinde yayımlandı.

Kilo vermenizi sağlayan 10 bitki!

Sağlıklı kilo vermek isteyenlere , iştah azaltan bu bitkileri tavsiye ediliyor. İştah azaltan ve yağ yakımını hızlandıran bu 10 bitki, uzmanlar tarafından kilo kontrolü amacıyla tavsiye ediliyor.

İşte kilonuzu ayarlamanıza yardımcı olacak bitkiler..
İnternet haber'in verdiği habere göre, sağlıklı kilo vermek isteyenler, iştah azaltan ve yağ yakımını hızlandıran bu bitkileri tercih ediyorlar...

At kuyruğu bitkisi idrar sökücü özelliğiyle biliniyor. Yağ dokularını eritmeye yardım eden bitki yaraların iyileşmesine de yardımcı oluyor. Fakat tüm idrar söktürücü bitkilerde olduğu gibi fazla dozda kullanılırsa böbreklere zarar verebilir.

Maydanoz, metabolizmayı hızlandırarak bağ dokusunu güçlendiriyor. Maydanoz yemek ve çayını içmek, ödemlere ve vücudun su toplamasına karşı çok etkili bir yöntem olarak biliniyor.

Adaçayı zayıflamak isteyenler tarafından iştah kesici olarak kullanılıyor. Çay ve yemeklerde baharat olarak da kullanılabiliyor.

Fesleğen vücutta biriken fazla suyu atmaya yardımcı oluyor. Üstelik, içindeki eter yağların moral yükseltici etkisi bulunuyor.

Kekik, sindirim sorunlarını tedavi edici etkiye sahip ve metabolizmayı hızlandırıyor. Bağışıklık sistemini güçlendirmenin yanı sıra yorgunluktan şikayet edenlere zindelik veriyor.

Civanperçemi, tatlıya karşı iştahı keser, tokluk hissi verir. Tazelik veren lezzeti, ağır yemeklerin tadını hafifletir.

Biberiye, sindirimi düzenler. İyi bir canlandırıcıdır, kan dolaşımını hızlandırır, cildi sıkılaştırır. Et yemeklerinde kullanılabilir.

Tere, vücuttaki yağ yakımını hızlandırıyor. İnce yaprakları pişince acılaştığı için çiğ yemek gerekir. Ayrıca içinde birçok vitamin barındırır.

Sinameki, kalın bağırsakta suyun emilmesini önleyerek müshil görevi yapar. Uzun süreli kullanımlarda bağırsaklarda yan etkilere yol açacağından idrar söktürücü özelliği bulunan rezene ve nane gibi bitkilerle desteklenmesi gerekiyor.

Balık otu, bünyenin kimyasını hızlandırarak zayıflamaya destek olur. İçindeki maddeler tırnakları güçlendirerek saçlara parlaklık verir. Salata ve meyveli içecekler içinde kullanılabilir.

Çeşme Suyu Sağlıklı Değil!

Sadece içmek için değil, yemek ve çaydada kullanmak sağlıklı değil.
Doğal kaynak suları topraktan süzüldüğü için insan sağlığına en uygun sudur! Yada çeşme suyunu arıtarak kullanın! Barajlardan gelen suyun yapısındaki inorganik maddeler ve ağır metaller vardır. Ayrıca şebekeye giren su Istranca'dan gelen temiz su da olsa asbestli boruların içinde uzun bir zaman geçirdiği için o ilk sağlıklı halini yitirir ve ağır metaller geçer yapısına! Ayrıca şebeke sularına katılan klor da öyle bekletilmekle ortadan kalkacak bir madde değildir ve insan barsağındaki K vitamini üreten E.Coli bakterilerini öldürdüğü için barsak florasını bozar ve uzun vadede kolite bile yol açar! Dezenfektan olarak kullanılan klorun bir sakıncası da aktif bir madde olması ve bu özelliğiyle boruyla temas ettiği yüzeylerden asbest çözünmesini hızlandırmasıdır! Yani neresinden bakarsanız bakın çeşme suyu içmek akıl kârı değildir! Bir de şu Cola'nın ürettiği Turkuaz v.b."İşlenmiş sofra içeceği" yazan suları da kaynak suyu sanmayalım! 19 litrelik damacanalarda satılan ve Sağlık Bakanlığı'nın da hologram kapak garantisi olan sağlıklı doğal kaynak suyundan vazgeçmeyelim. Neden knaser oluyoruz sorusunun ilk cevabı buradadır. Çevre bizi kanser yapıyor!

Alarm! Genlerimizle oynuyorlar

Bilim adamları araştırdı. Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerle beslenen anne-babadan olan fare yavrularının tümü öldü. Bu yavrular normal ağırlıklarının da çok çok altındaydı. Bilim adamlarıuyarıyor:

Türkiye'de "parmak çocuk" vakalarında gözle görülür bir artış var... Peki, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO) ürünler Türkiye'de yaygın olarak nelerde var? Cevap: Mısır, soya, pamuk ve kolza... GDO'lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları ise öteden beri biliniyor... Şimdi dikkat! Bu besinler sütten, bebek mamasına kadar 1600 gıda maddesi içinde katkı maddesi olarak kullanılıyor!


GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMA DENEYLERİ

Cumhuriyet Gazetesi'nden Özlem Güvenli'nin haberi şöyle:

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın (GDO) Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasına rağmen bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. Çünkü yurtdışından gelen hammaddeler ve işlenmiş gıdalar bakanlığın açıklamasına göre "mevzuat eksikliği nedeniyle Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın Türkiye'ye girip girmediği resmi olarak" bilinmiyor. Ama GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı.

Genetiği Değiştirilmiş Organizma'lı ürünlerin zararlarını ortaya koymak için insanlar üzerinde yapılmış bir deney henüz yok. Dünyada bu konuda analizler yapan 2 bilim adamı var. Bunlardan biri yaptığı analizlerin sonuçlarını kamuoyuna açıkladığı için görev yaptığı Rowett Araştırma Enstitüsü'ndeni görevinden kovuldu.

İskoç doktor Arpad Pustza, GDO'nun zararlarını ortaya çıkarabilmek için fareleri genetiği değiştirilmiş patateslerle besledi. Farelerin sindirim sistemlerinde bozulma , bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma, tüm iç organlarında küçülme belirledi. Pustza, bu deneyini enstitü müdürü ile paylaştı. İkisi de insanları bu konuda bilgilendirmek gerektiği noktasında birleşti. Pustza, halkı bilgilendirdikten bir gün sonra işinden oldu...

Diğer araştırma da da Rusya Bilim Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova tarafından yapıldı. Üç grup fare üzerinde deney yapan Ermakova, bir gruba GDO'lu soya, bir gruba normal soya, bir grubu da normal gıdalar verdi. Bu denemesini 3 kez yineledi. Çünkü şoke edici sonuçlara ulaşmıştı. 3 denemenin sonucunda da benzer sonuçlar çıkınca 2005 yılında bilimsel bir konferansta deneyinin sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı.

Bu deneyden çıkan sonuçlara göre;

GDO'lu soya ile beslenen anne-babalardan olan farelerin yüzde 56'sı doğumdan 3 hafta sonra öldüler.

Normal soya ile beslenen anne-babadan doğan farelerin ölüm oranı yüzde 9,

Normal gıdalarla beslenen farelerde ölüm oranı ise yüzde 6 oldu.

Yani GDO'lu soya ile beslenen farelerin yavruları 10 kat daha fazla öyüyordu. Ayrıca GDO'lu soya ile beslenen anne-babaların yavrularının yüzde 36'sı normal ağırlığının çok altındaydı. (Not: Bugün Türkiye'de de "parmak çocuk" doğumlarında gözle görülür bir artış var.

Kolesterol ilaçları kanserojen mi?

Önemli bir bilimsel dergide yayınlanan makale “Düşük kolesterol düzeylerinde kanser olguları neden artıyor?” sorusuna cevap arıyor. Kolesterol ilacı yazan doktorlara soruyor “kolesterol ilaçlarının kansere yol açabileceğini hastalara söylüyor musunuz?”. Mevlut Durmuş’un konuyla ilgili yazısı statükoyu sarsacak. Yazının sonunda Serkan Yimsel ve Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın yorumları da var.

Doktorunuz kolesterol düşürücü ilaçların kansere yol açabileceği için sizi uyardı mı?

Dünyanın sayılı bilimsel dergilerinden Journal of the American College of Cardiology’de Alawi A. Alsheikh-Ali ve arkadaşları[1] tarafından yayınlanan bir makale, yıllardır tartışılan fakat kardiyoloji uzmanlarınca adeta yok sayılan bir konuyu yeniden gündeme getirdi: “Düşük kolesterol düzeylerinde kanser olguları neden artıyor?”.

Söz konusu sorunun arkasından ise sorulacak basit soru şudur: “ Kolesterolü düşük ya da ilaçlarla kolesterolü düşürülmek istenen insanlara söz konusu kanser riskinden söz ediliyor mu?” Elbette hayır… Kolesterolü düşük veya düşürülmek istenen insanlara bu riskten hiç söz edilmiyor!. ‘Kanser ve düşük kolesterol’ gibi bir risk faktörünü ciddiye almayan kardiyoloji uzmanları, statin (kolesterol düşürücü) türevi ilaçların yan etkilerini ise ‘aspirin’le karşılaştıracak kadar bilimden uzaklaşıyorlar.

Madalyonun diğer yüzünde ise onkoloji (kanser bilimi) alanında kolesterol düşürmek için kullanılan statinlerin, bazı kanser türlerinde olumlu etkileri bu alanda çalışan insanları heyecanlandırıyor, kanser hastalarında yaşam kalitesi artabiliyor. Fakat onkoloji (kanser) uzmanları ve kardiyoloji uzmanları biraraya gelip bu sorunu tartışmıyorlar. Yaşlılarda kan kolesterol düzeyi düştükçe ölüm oranları artıyor; fakat Türkiye'de bunu sorgulayabilen gerontoloji (yaşlanma bilimi) uzmanları ortada görünmüyor... Kolesterol üzerinde sayısız spekülasyon varken kimse ortada yok! Peki bu nasıl olabilir?

Ben ve benim gibi düşünenler çok söyledi, Sağlık Bakanlığı’nı uyardı. Gelecekte tekrar söyleyecekler. Bundan sonrasını bir yıl önce Şubat 2007’de yazılan bir kitaptan takip etmek daha yerinde olacaktır…

“…….İnsanları korkutup telaşlandıran ölüm olgusu ve kolesterol ile ilişkisi sanıldığı gibi tek parametredeki kolesterol yüksekliği ile hiçbir şekilde net olarak bağıntılı değildir. Fakat tedavi sırasında sizlere lipitler ve kolesterol öyle anlatılır ki; kolesterol ve lipitlerinizi düşürdüğünüzde daha fazla yaşayacağınız düşüncesi özel bir itinayla vurgulanmaya çalışılır.

Çeşitli ilaç şirketlerinin konuyla ilgili ürünlerine dayalı reklâm kampanyalarının desteklediği araştırmalar tekrar tekrar gündeme gelir.

Özellikle kolesterol düzeyini düşürmek için kullanılan ‘statin’[2] temelli haberler ilginç bir şekilde, adeta ışık hızında yayılma yeteneğine sahiptir (?). Haber anında bütün dünya ülkelerinin medyalarına aynı anda yansır ve yayınlanır. Örneğin: Kolesterolü düşüren statinlerin çeşitli kanser türlerine de iyi geldiği iddia edilir önce ve birkaç yıl boyunca kanser hastalarında bol miktarda statinler kullanılırlar. Haber yayınlandığında ilaç satışlarında kısa süreli bir artış meydana gelir ve kanser hastalığı ile gerçekten de ‘ölümüne’ boğuşmak zorunda kalan hastalar, doktorlar ve araştırmacılar hızla bu ilaçlara akın eder. Daha sonra yapılan araştırmalar statinlerle kanser arasında hiçbir ilişki olmadığı ve statinlerin kanser tedavisinde etkili olmadığını söylese[3] de, bu sırada geçen zaman başkaları lehine çalışır; ilaç şirketlerinin karlarını ikiye üçe katladığı dönemler yaşanır.

Fakat bunun yanında kolesterol seviyesini düşürmek için statin kökenli ilaçları kullananlarda istatistik olarak kanser vakalarının[4] çok fazla olmasıyla, kolesterol düşürücü ilaçların kanser yapıcı özelliklerini anlatan yazılara[5] medya, uzmanlar ve bazı araştırmacılar hiç ilgilenmezler. Bu bulgular çoğu zaman, tartışma bazında akademisyenler arasında kalır ve insanlara da ulaşamaz veya bilinçli olarak ulaştırılamaz!

‘Kolesterol düşürmek için statin kullanan insanlarda daha sık kanser hastalıkları görülebilir’ düşüncesine gelmeden önce, söz konusu kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinlerin bazı kanser hastalarında nasıl olup da iyi sonuçlar verebildiğini gösteren çeşitli araştırmalara [6] biraz değinmek gerekiyor. Statin ve kanser konusunda olumlu ya da olumsuz bir yığın araştırma, doğal olarak insanların kafalarını karıştırıyor.

Bu konuyu kavrayabilmek, konunun ilerleyen bölümlerindeki mantık zincirini oluşturmak ve pekiştirmek adına, konuyu ilk konular arasına almamız bu nedenle kaçınılmaz bir zorunluluk. Çünkü doğru düşünceler, sadece doğru düşüncelerin varlığında ortaya çıkmaz, yanlış bir düşüncenin neden yanlış olduğunu tamamıyla anlayabilirseniz, doğru düşünce kendi zihinlerinizde düşündüğünüzden çok daha iyi netleşecek, daha çabuk şekillenecektir. Yanlış bir düşüncenin, neden yanlış olduğunu kavrayabilmek, doğrulara ulaşmanın sadece farklı bir yoludur.

Aslında yapılmakta olan ‘kanser ve statinler’ araştırmalarının bizzat kendileri, neden sadece kolesterol düşürmek için bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini gösteren en iyi örneklerden biridir. Sadece kolesterolü düşürmek için hastalarına statin kullandıran bazı doktorlar, statin ve kanser araştırmalarını genellikle takip etmek istemezler. Neden mi?

Kolesterolü yüksek hastalara verilen statin temelli ilaçların, aynı zamanda kanser hastalarında da kullanıldığını size söylemiş olsalar, bu konuda neler düşünmeniz gerekir? Hayır bence bu durumu olumlu karşılamak, söz konusu düşünceyi bilim adına alkışlamak tamamen saçmalamaktır. Yani ‘ben statin kullanıyorum, artık hem kolesterolüm düşüyor hem de kanser riskini [7] azaltıyorum düşüncesi’ mantık sınırlarının oldukça dışında kalır. Bu durum statin temelli ilaçların gücünü değil, tam tersine güçsüzlüğünün işaretidir, kolesterolü yüksek hastalarda bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini göstermektedir. Nasıl mı?

Statinler bilindiği gibi kolesterol sentezinin (mevalonat) bir aşamada durmasını sağlayan ilaçlardır ve hücrenin temel steroid oluşumunu, kolesterol molekülünün oluşmasını teorik olarak hücre içinde engeller. Kolesterol ise en temelde hücre zarının vazgeçilmez temel yapısal bileşenidir. Şayet önceleri iddia edildiği gibi ‘statinler kansere iyi geliyor’ araştırmaları çok uzun süre devam etse, geri adım atılmasaydı ve gündemde kalmış olsaydı oldukça farklı sorunlar ortaya çıkardı.

Gelecek günlerde ‘bu ilaçlar kansere iyi geliyor’ şeklindeki yayınlar devam ederse mutlaka bazı sorular sorulmak zorundadır. Böyle bir durumda akla gelen ilk soru, statinlerin kanserli hücreler dışında kalan, sağlıklı hücrelerin yapısını nasıl etkilediğidir.

Öyle ya statin ve kanser araştırmaları yapılıyorsa, kanser olmayan sağlıklı hücrelere statinlerin etkisi daha da ciddi bir şekilde de sorgulanması gerekmez mi sizce? Bizce evet, kanserli hastalarda statinler kullanılacaksa, söz konusu ilaçların sağlıklı hücrelere ne yaptığı sorgulanacaktı! Bir ilaç kanseri engelliyorsa, aynı zamanda kanser de yapabilir miydi!...
Kaldı ki kolesterolün masum olduğunu düşünen araştırmacılar uzun zamandan beri kolesterol düşürücü olarak statin türevlerini kullanan insanlar arasında kanser vakalarının arttığı üzerinde oldukça ısrarlıydılar ve ilginç olan onlar da elde ettikleri bulgularda son derece haklıydılar!

Düşük veya ilaçla düşürülen kolesterol düzeylerinde damar sertliği hastalığı bir an için bunların dışında tutulsa bile, kanser dâhil birçok hastalığın artabileceğini, değişik nedenlerle ölüm olaylarının (mortalite) arttığını gösteren sayısız bulgu da gerçek anlamda ‘statinleri seven’ araştırmacıları oldukça zor durumda [8] bırakıyordu. Fakat ısrarla kolesterolü yüksek olan hastalarına statin öneren bazı uzman ve doktorlar, bu konuyla pek ilgilenmek istemiyor ve tartışmaktan sürekli kaçıyorlardı.

Statin üreten bir ilaç fabrikanızın olduğunu düşünün şimdi: Statin kullanan, lipitleri ve kolesterolü yüksek sağlıklı bireyler mi size daha çok parasal getiri sağlar, yoksa kanser hastaları mı? Sizce hangi grubun sürekli olarak ilaç, özellikle statin kullanma potansiyeli daha yüksek? Ben olsam ilaç kullanma potansiyeli en yüksek olan hasta grubunu elde tutmaya çalışır, bu gruba daha çok yoğunlaşırdım ki, şu an onlar da bunu yapmaya çalışıyorlar. Kolesterolü yüksek olan hastalara oranla, kanser hastaları oldukça az bir grubu oluşturuyor, şayet statinler kanser ilacı olursa şirketlerin satışları ve gelirleri azalacak!

Statinler ve kanser araştırmaları, düşünüldüğü gibi gerçekten en azından kanserin bazı türleri için ‘doğru ise’, statin ilaçları kanseri hangi mekanizma ile etkileyebilirdi ki? Statinler sürekli bölünen kanserli hücrelerde DNA’ların oluşumunu bilindiği kadarıyla, direkt ve doğrudan etkilemiyordu!

Peki statinler kanser türlerinin en azından bazılarına iddia edildiği gibi gerçekten de etkiliyse ki, ben bazı gerekçelerle öyle olabileceğine inanıyorum, bu mekanizma bilimsel olarak nasıl açıklanabilirdi? Hücre içinde, bilindiği kadarıyla, statin türevi ilaçlar primer olarak sadece teoride steroid sentezini yani kolesterol molekülü oluşumunu etkileyebilirdi. Bu durumda da sürekli bölünen ve çoğalan kanserli hücrelerin, hücre zarındaki kolesterol oluşumu ve kolesterol kullanımı engellenirdi elbette! Başka türlü kontrolünü kaybetmiş hücre çoğalmasını (kanseri[9]) statin ilaçları nasıl durdurabilirdi?

Statin adı verilen ilaçlar; kanserli hücreleri öldürebiliyorsa, normal sağlıklı hücreleri de öldürüyor olabilir miydi? Elbette, bu bir sır değil! Bunu aslında bütün doktorlar biliyor…
Bütün bu yapılan çalışmaların fantezi tarafına bakıldığında ise kafanızda çok farklı düşünceler ve yorumlar kendiliğinden beyninizde canlanır ki; bu konuda biraz yorum yapmaya bizimde hakkımızın olduğunu düşünüyorum.

‘Hem statinler kolesterol düşürmek için kullanıldığında kanser yapabilir, hem de statinler kanseri olan hastalarda, kanseri önler diyen araştırmacılar haklı olabilir ’ diyecek olursam, bana oldukça fazla kızacaksınız ve beni yalakalıkla veya ‘oportünist’ olmakla suçlayacaksınız. Ama kızmadan ve yargılamadan önce bir kez de olsa dinleyin lütfen!

Statin adı verilen kolesterol sentezini durduran ilaçları şayet organizmada bulunan sağlıklı olan hücreleri, dokuları ve organları etkilemeden, sadece bakteri zarına etkili birçok benzer antibiyotiklerde olduğu gibi, doğrudan kanserli hücrelere ve dokulara yönlendirebilecek olursanız, statin-kanser ilişkisi gerçekten hasta lehine olumlu ve mükemmel sonuçlar verebilecek şekilde gerçekleşebilir. Hayır, şaka yapmıyorum, bu konuda ciddiyim. Statinlerin kanserli doku ve hücrelere doğrudan yönlendirilebileceği teorik mekanizmalar üzerinde düşünülüp, pratik olarak uygulama imkânı bulunduğu zaman kanser hastaları adına statinlerden gerçekten olumlu sonuçlar bekleyebilirsiniz. Kanserli bir hücre sürekli çoğalıyorsa, hücre zarında ve hücre metabolizmasında da kolesterol molekülü olmak zorundaysa, kolesterol ve steroid sentezini sürekli bölünen (kanserli) hücrelerde durdurabilirseniz, kanserin gelişimini de teorik olarak durdurmuş olursunuz, bunu kavramak için mutlaka dahi olmaya gerek yok!

Bu durumda kanser hastalarının iyileşmesi olasılığı da dahil, hastanın en azından daha iyi bir durumda olması bu gün olmasa bile bir gün mutlaka sağlanabilecektir! Bence onkologlar (kanser bilimi uzmanları) bu konuda hemen çalışmaya başlamalı, fakat statinleri doğrudan kanserli doku ve hücrelere yönlendirecek mekanizmalar üzerinde düşünmeye başlamalıdırlar! Hayır amacım ukalalık yapmak değil, biraz konu üzerinde gerçekten düşünmenizi sağlamak!

Bütün kanser hastalarına ağız yoluyla (oral) tabletlerle statin vermek; tıpkı parmak ucu büyüklüğündeki ki bir tümör için bütün vücuda, bütün organizmaya radyoterapi[10] vermekle (ışınla tedavi) aynı anlamı taşır ve bundan sakınmakta gerçekten fayda var!?

Radyoterapi alanında çalışan gelişmiş laboratuarlar artık kanserli hastanın organındaki kanserli bölüme göre yapılandırılmış kalıplarla çalışmaya başladılar bile, bütün vücuda ışın vermiyorlar, bu daha güvenli.. Diğer türlü yapılan ışınla tedavi, bir bölgedeki hücreleri öldürerek (!) kanser hastalığını durdurup hastalığı tedavi ederken, radyoaktif ışınlar farklı bölgelerdeki hücre yapılarını bozarak yeni kanser odakları oluşturabilir! Günümüz doktorlarının hepsi bu durumu mutlaka bilir. Çünkü, radyasyonun kendisi hücre yapısını ve DNA’yı bozması nedeniyle zaten kanser yapıcı (kanserojen) özellik taşır. Kanserli doku ve hücrelere ışın (radyoterapi) verdiğinizde hücrenin gelişimini, bölünme ve çoğalmasını engelleyebilir; daha doğru deyimle kanserli hücre veya dokuları öldürebilirsiniz. Fakat sağlıklı hücrelere radyasyon, yani ışın verdiğinizde, kanserli hücreler ortaya çıkarırsınız!

Radyoterapi olayında gerçekleşen durumun benzer mekanizması, şaşırtıcı olsa da statinler için geçerli (?). Bu konuyu tartışmak bile gerçekten komik çünkü hemen her uzman ve doktor kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinlerin hücre öldürücü özelliğini zaten bilir, bilmek zorunda; ama bu durum hastalara nedense hiç söylenmez. ‘Size kolesterolünüzü düşürmek için verdiğim bu ilaç, aynı zamanda, hücre öldürücüdür (sitotoksik) kanser ilacı olabilir ve bu sizi kanserden de koruyabilir’ düşüncesi, gerçekten komik olur, hiç kimse gülmese de, ben bu duruma -lütfen kimse alınmasın kahkahalarla- gülerim…

Peki statin türevi ilaçlar hücre çekirdeğinin bölünmesine etki ederek söz konusu kanserli hücreleri öldürebiliyorsa ki, bunu da mutlaka savunanlar olacaktır, böyle bir durum kanserli hastalar lehinde çok olumlu bir durum gibi görünüyor olsa da; kanseri olmayan sadece kolesterolünü düşürmek isteyen hastalar için durum gerçektende çok daha vahim boyutlarda olacaktır. Sadece kolesterol düzeyini düşürmek için ilaç kullananlar insanlar adına, hep birlikte umalım ki, statin türevi ilaçların DNA ve genetik mekanizmalar üzerinde birincil etkileri olmasın, etki mekanizması sadece steroid ve kolesterol sentezini durdurmakla sınırlı olsun!

Kolesterolü yüksek olduğu için statin kullanan insanlarda kanser vakalarında artış olur mu?

Söz konusu statinlerin, yeni kanser odakları da ortaya çıkabileceği olasılığının en iyi göstergesi, yapılan statin ve kanser araştırmalarının bizzat kendisidir demiştik, bizce başka ve ayrıca bir kanıt ve tartışma gerektirmez! Yine de açıklamaya çalışalım.

Kolesterol düzeyi statin ilaçlarının etkisiyle azalınca sağlıklı olacağını düşünen insanlar, sanıldığının tam tersine yepyeni kanser odaklarına istatistiksel olarak sahip olabilirler[11], kendi sağlık durumlarını olduğundan daha trajik bir hale getirebilirler, bunu iddia eden araştırmacılar da vardır.

Kolesterolü bu ilaçlarla düşürülmüş bireylerde daha sık kanser vakaları görülebildiğini iddia eden Uffe Ravnskov gibi bazı araştırmacıların olmasının temel mantığını okuyucu olarak kavrayabildiniz değil mi?

Söz konusu durumun ve sağlıklı fakat sadece kolesterolünü düşürmek için bazı mantarlarda izole edilmiş statin türevi ilaçları kullanan kişilerde ne anlama geldiğine isterseniz okuyucu olarak bu aşamada sizler karar verin! Hala kolesterol yüksekliği için statin kullanmakta kararlıysanız ve bu konuda ısrar ediyorsanız bu aşamadan, yani bu satırları okuduktan sonra yapacağınız seçimler tamamen sizin kendi tercihinizdir.

Statin ve kanser araştırmalarına bazı kardiyoloji ve dahiliye uzmanlarının kulakları tıkayıp, kolesterolü yüksek olan insanlara statin verilmesi ve söz konusu ilaçların yan etkilerine hala küçümseyerek bakması, işte bu nedenle hiç de (en azından kendi adıma) hoş karşılayamadığım, affedilmesi zor bir durumdur.

İşte sizler için ortaya koyduğumuz yeni düşünce, değişik bir bakışla iki farklı paradoks! İki farklı paradigma! İstediğinizi seçmekte ve düşünmekte okuyucu olarak tamamen özgürsünüz!
Unutmayın bu kitap bir manifesto, kabul veya reddetmek sizin sadece ve sadece kendinizi ilgilendiriyor. Bazen ne düşündüğünüz değil, nasıl düşündüğünüz gerçekten önemlidir!


Özellikle günümüzde kolesterol konusunda yapılan araştırmaların çoğu birbirine yakın-benzer görüşlere odaklıdır. Farklı düşünmeniz, farklı düşünseniz bile bunu bilimsel bir platformda dile getirmeniz çeşitli nedenlerden dolayı zor, hatta imkânsızdır. Birçok kurumu, kuruluşu, şirketi ve birçok konusunda uzman sayılan kişiyi zorunlu olarak karşınıza almanız gerekir.

Siz ayırım yapmadan bir genel olarak uygulamadaki yanlış gördüğünüz bir durumu bilimsel olarak teori temelinde eleştirmeye çalışıyorsunuzdur, fakat söz konusu uygulamaları yapanlar, çoğunlukla sizin sunduğunuz verileri değerlendirmeyi düşünmek yerine: kendilerinin eleştirildiğini noktaları ısrarla ön plana taşır.

Olayı tamamen kişiselleştirir ve söylemeye çalıştığınız her şeyi bireysel anlamda kendilerine, mesleklerine saldırı olarak algılar, hemen savunmaya geçerler:’…biz yanlış yapmıyoruz. Sen yanlış düşünüyorsun! Sen kendini ne sanıyorsun vs vs’ uzar gider tartışma, yeni düşünceler üretmek yerine, bir şeyler söyleyip birilerine bağırınca tuhaf bir şekilde tatmin olurlar. Bilim açısından sizin söylediklerinizin çoğu sadece bu nedenle kişilikler, hırslar ve tutkular ön plana taşınmak istendiği için asla dikkate alınmaz. Bu nedenle okuyucu olarak içiniz rahat olsun, bu konuda bilimsel çalışmalar büyük bir ihtimalle yapılmayacak.

Başka nedenler de var. Bu çalışmaları yapmak için her şeyden önce, deneylerde kullanacağınız statin türevi için, ‘patent yasası’ gereği söz konusu ilaç fabrikasından, araştırma yapmak isteyenler yazılı bir izin almak zorundalar. İlacın aleyhine çıkacak bilimsel sonuçlar ise, ilaç fabrikası sizinle anlaşma yapmış ve araştırmanıza destek vermişse, hiçbir zaman bilimsel bir dergide (patent yasası nedeniyle) yayınlanamaz…

Örneğin konuyla ilgili hiçbir uzman statin ilaçlarını direkt olarak kanserli doku örneklerine vererek, bu paradoksal durumu (sitolojik) hücre kültürlerinde test etmek araştırmak istemez çünkü muhtemelen bu teorik deney çok önceden statin üreten çeşitli ilaç şirketleri tarafından araştırılmış fakat sonuçları yaygın bir şekilde insanlara ve doktorlara açıklanmamıştır. Yapılan araştırmalar da başka bir zaman yayınlanmak üzere yüksek bir rafa kaldırılmıştır.

Bu ilaç şirketlerinin kasalarında, ilerleyen bir zamandaki ‘kanser ilacı olacak’ notuyla birlikte bu çalışmalar bir köşeye mutlaka ayrılmış olmalıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde, yani kolesterol düşürmek için statin kullanımı bittiğinde, söz konusu kanser çalışmalar bütün bilimsel dergilerde tek tek yayınlanacak, kolesterol düşürmek için olmasa da, statinler kanser hastaları için mutlaka kullanılacaktır.

Hala statinlerle yüksek kolesterolünüzü düşürmek istiyor musunuz? Kolesterolün düşük ve normal olması sizler için gerçekten iyi mi?

Damar sertliği, kalp krizi gibi hastalıklarla ilişkilendirilen yüksek kolesterolün, hastalıklardan bağımsız ölüm oranlarıyla karşılaştırılmasının defalarca yapıldığını söylersek, bu durumda okuyucu olarak nasıl bir sonuç bekleyebilirsiniz?

Bu konudaki, yani ‘yüksek kolesterol düzeyi’ ve ‘ölümler’ konusundaki bazı gerçekler ve bazı araştırmalar, tartışmalı olsa da, sizin düşündüğünüzden oldukça farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İşin uzmanlarının çoğu, kolesterol yüksekliği ve uzun yaşam ilişkisindeki kafa karıştıran araştırmaları bildiği halde dikkate almamayı, üstelik bir de size haber vermemeyi tercih etmektedir.

En azından kolesterol düşürücü ilaç alacağınız zaman, kendinize bir iyilik yapın, bir bilgisayar bulun ve internet arama motoruna sadece iki sihirli kelime girin; ‘cancer, statin’. Statin almadan önce, yazılanlar üzerinde bir kez daha, ama mutlaka kendiniz düşünün!
Düşük kolesterol ya da ilaçla kolesterol düzeyini düşürmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum, çünkü kolesterol düzeyleri düştükçe ölüm olayları artıyor! Evet yanlış duymadınız! Artıyor…Artacak….”[12]

Saç boyaları kanserojen mi?

Yiyip içtiklerimizin “içindekiler” listesine belki bakıyoruz ama vücudumuza sürdüğümüz bakım ürünlerinin, boyaların, krem ve parfümlerin içinde ne olduğuna bakmak pek aklımıza gelmiyor. Bu maddelerin çoğu zararlı ve derimiz de üzerinde bulunan maddeleri kan dolaşımına aktarma kabiliyetine sahip. İşte sadece saç boyası gerçeği:

Saç boyası üretiminde kullanılan kimyasallardan 22 tanesi Avrupa ülkelerinde yasaklandı. Amerikalı bir çevre örgütünün incelemesinde birçok saç boyasının “çok zararlı” olduğu görüldü.

Yiyip içtiklerimizin “içindekiler” listesine bakıyoruz ama vücudumuza sürdüğümüz bakım ürünlerinin, boyaların, krem ve parfümlerin içinde ne olduğuna bakmak pek aklımıza gelmiyor. Oysa, derimiz de üzerinde bulunan maddeleri kan dolaşımına aktarma kabiliyetine sahip.

Kafaya pek takmadığımız bu “içinde ne var” sorusu, Amerikalı çevre örgütü EWG’nin kafasına çok takılmış. Binlerce kozmetik ürününü inceleyip içinde hangi maddeler olduğuna bakmışlar. Aslında bu gizlenen bir şey değil, küçücük harflerle de olsa çoğu ürünün üstünde yazıyor. Yaptıkları şey daha ilginç; içindekiler listesinde bulunan kimyasalların sicilini de dökmüşler. Bu kimyasalların insan sağlığına etkisi araştırılmış mı? Araştırılmışsa sonuçları ne çıkmış? Hangi kimyasallar hangi hastalıklarla ilişkili bulunmuş? Bütün bunları dökerek sağlığa zararlı kozmetikleri belirlemişler. “Skin Deep” ismini verdikleri incelemenin sadece saç boyaları ile ilgili bölümünden bahsedeceğiz bugün.

EWG tam 981 saç boyasını inceledi. Boyalar arasında ülkemizde bulunan Revlon, L’oreal, Clairol, Herbal Essences gibi markalar da var. Zararsız ürünlere 0-3 numaraları; orta-zararlı ürünlere 3-6 numaraları; çok zararlı ürünlere ise 7-10 numaraları verilmiş.

Çok zararlı kimyasallar içeren en zararlı (10 numaralı) saç boyalarının kanser, üreme ve gelişim bozuklukları, iritasyon (deri, göz ve akciğerlerde(?)), bağışıklık sistemi hastalıkları, nörotoksisite ve alerji riski taşıdığı belirtiliyor.

Saç boyalarında bulunan bazı kimyasalların ise insan vücuduna ne etkisi olduğu bilinmiyor. Çünkü bunlarla ilgili araştırma yapılmamış. Yani, vücudumuza ne etkisi olacağını bilemediğimiz bazı kimyasal maddeler her ay (veya kuaförlerin önerisiyle her 20 günde bir) saç derimize sürülüyor.

Mesela, Skin Deep raporunda L'Oreal Feria Colour Strands QuickShimmer Highlights (kestane C60 rengi) isimli ürün, ikisi meme kanseri ile bağlantılı olmak üzere kanserojen beş madde içeriyor. Ürünün içindeki 21 maddenin ise, sağlığa etkisi hakkında bir araştırma yapılmamış.

Saç boyaları derisine tatbik edilen insanlar kadar, bu boyaları sürenleri de olumsuz yönde etkiliyor. Deriyle temas etmeyip eldivenlerle sürülse de kimyasallar burundan solunabiliyor. Olası zararlar arasında akciğer iritasyonu olmasının sebebi de bu.

Özellikle bebek bekleyen, emziren hanımların veya bebek sahibi olmayı düşünen genç kızların bu kimyasallardan uzak durması tavsiye ediliyor.

Avrupa Birliği yasakladı

Avrupa Birliği de saç boyalarının tehlikelerinden ürkmüş olacak ki, 1 Aralık 2007’de saç boyalarında kullanılan 22 kimyasal maddenin kullanılmasını yasakladı. Avrupa Birliği’nin yasakladığı zararlı kimyasal maddeler şunlar:

6-Methoxy-2,3-Pyridinediamine
2,3-Naphthalenediol
2,4-Diaminodiphenylamine
2,6-Bis(2-Hydroxyethoxy)-3,5-Pyridinediamine
2-Methoxymethyl-p-Aminophenol
4,5-Diamino-1-Methylpyrazole
4,5-Diamino-1-((4-Chlorophenyl)Methyl)-1H-Pyrazole Sulfate
4-Chloro-2-Aminophenol
4-Hydroxyindole
4-Methoxytoluene-2,5-Diamine
5-Amino-4-Fluoro-2-Methylphenol Sulfate
N,N-Diethyl-m-Aminophenol
N,N-Dimethyl-2,6-Pyridinediamine
N-Cyclopentyl-m-Aminophenol
N-(2-Methoxyethyl)-p-phenylenediamine
2,4-Diamino-5-methylphenetol
1,7-Naphthalenediol
3,4-Diaminobenzoic acid
2-Aminomethyl-p-aminophenol
Solvent Red 1 (CI 12150)
Acid Orange 24 (CI 20170)
Acid Red 73 (CI 27290)

Yılın kitabı: Batı tıbbı sağlığınızın altını nasıl oyar?

Her yerimiz ilaç ama her taraf hasta insanlarla dolu. Bu yaman çelişkiyi konu edinen yeni bir kitap Batı tıbbının bizi iyileştirmek istemediğini söylüyor. Hayykitap'tan yayınlanan "Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar?" kitabının yazarı Shane Ellison ile tıp sisteminin karanlık dehlizlerinde dolaştık. Şaşırmaya ve sinirlenmeye hazır olun.

İlaçlar hakkındaki düşüncelerinizi değiştirmeye hazır olun. Shane Ellison, yeni kitabı “Batı Tıbbı Sağlığımızın Altını Nasıl Oyar?” ile hepimizi çok şaşırtacak. Türkçe baskısını hayykitap’ın yaptığı eser öyle kolay kolay duyamayacağımız gerçekleri dile getiriyor.

Ellison büyük ilaç şirketleri ve FDA arasındaki çıkar ilişkisinin hepimizin sağlığına nasıl kastettiğini anlatıyor. Aslında yazar, bu çarpık ilişkiyi anlatan birçok bilim adamından sadece biri. Tıp dergilerinde ara sıra gündeme gelen bu konular, genelde dar bir çevrede hapsoluyor. Ellison’un kitabı bu yüzden önemli. Hepimizi ilgilendiren konular, yalın bir dille, kafa karıştırmadan, herkesin anlayabileceği şekilde aktarılıyor.

Bu söyleşiyi okuduktan sonra ilaçlara bakışınız değişecek. Sağlığınız için veya bir sevdiğinizin sağlığı için bir şeyler yapmak isteyeceksiniz.

Söyleşide ve kitapta sık sık adı geçen “FDA” Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi için kullanılıyor. Bu kurum, tanım olarak, Amerikalılara sağlıklı yiyecekler yedirmek ve sağlıklı ilaçlar içirmekle yükümlü. İlaçlar piyasaya çıkmadan önce yıllarca deneyler yapılıyor, sonra bunların sonuçları FDA’ya sunuluyor. Kurum ilacın güvenli ve etkin olduğunu onaylarsa piyasaya sürülüyor. FDA’nın verdiği kararlar aslında tüm dünyayı ilgilendiriyor. Onaylanan ilaçlar diğer ülkelere de genellikle giriyor.

Şimdi gelelim Shane Ellison ile yaptığımız söyleşiye…

Biraz kendinizden söz eder misiniz? Bildiğim kadarıyla büyük bir ilaç şirketinde çalışıyordunuz. Şirkette yaşadıklarınız nedeniyle istifa ettiniz ve gördüklerinizin bir kısmını kitaplarınızda yazdınız.

Ben ilaç üretimi konusunda uzmanlaşmış bir kimyagerim. Biyoloji ve kimya eğitimi gördüm. Kuzey Arizona Üniversitesi’nde organik kimya master’ı yaptım.
Mezun olduktan sonra Eli Lilly için Tamoxifen türevleri üretmeye çalışan Array Biopharma şirketine girdim. Tamoxifen kadınlarda ciddi yan etkilere neden olduğundan Eli Lilly bu ilacı yeni bir kimyasal akrabasıyla değiştirmek istiyordu. Denemelerimizde başarı sağlayamadık. Tehlikesinin çok bariz bir şekilde bilinmesine rağmen Tamoxifen satışları devam etti. O sırada fark ettim ki, Eli Lilly Tamoxifen reklâmlarında ilacın kanser riskini düşürebileceğini yazıyor. Bu, biyokimyagerlerin laboratuarda bulduklarının ve raporladıklarının tam tersiydi. Bu çelişki sağlık efsanelerinin üzerine eğilmeme vesile oldu. Sonuçta, kurumsal ilaç üretimi işimden istifa ettim.

Sizinle aynı hisleri paylaşan başka mesai arkadaşlarınız var mıydı?

Evet, diğer arkadaşlarım da benzer hisler yaşadılar ve benimle paylaştılar. Fakat çoğu bilim adamı bu ilaç üretimi tuzağından kurtulmanın zor olduğunu düşünüyor. Çünkü, ya uzun vadeli ev borçlarını ödemek zorundalar, ya da eninde sonunda bu sektörle bağlantılı bir iş yapmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Bu nedenle çoğu, fikirlerini kendine saklamayı tercih ediyor.
Ayrıca, ilaç endüstrisinde statükonun zıddına hareket etmek hayatınızı bayağı zorlaştırabilir. Bu tür bir harekette bulunmak bir bilim adamının kariyerini ilelebet karartabilir. Buna en iyi örnek olarak FDA’nın içinde olup bitenleri ifşa eden Dr. David Graham’ı gösterebiliriz. Graham FDA’yı Vioxx’un tehlikelerine karşı uyardı. Ardından işyerinde tehditler aldı, düşmanca davranışlarla karşılaştı, gözdağı vermeye çalıştılar.
Bir ilaç şirketinde çalışıp da belirli bir ilacın güvenli ve etkin olmadığını söyleyenler de aynı muameleyle karşılaşabilir.

Şu anda özgür konuşabiliyor musunuz?

Kurumsal şirketlerle artık bir bağlantım yok. Gayet özgür bir biçimde konuşabiliyorum. Bu yüzden kitaplarım diğer sağlık kitaplarıyla karşılaştırılınca daha içten görünüyor.

FDA ile büyük ilaç şirketleri arasında nasıl bir ilişki var?

FDA bünyesinde çalışan üst düzey bilim adamlarının ilaç şirketleri ile maddi bağlantıları var, özellikle de inceleyecekleri ilaçlarla ilgili. Çoğunlukla ilaç şirketlerinin hisse senetlerine sahipler. Bu tür menfaat ilişkileri toplumdan gizleniyor. Ve maalesef, bu kirli ilişkilere izin verilince de, ilaç şirketlerinin her dediği oluyor.
Washington Times gazetesinin de yazdığı gibi, birçok bilim adamına ilacın güvenliği, etkinliği, kalitesi ile ilgili şüpheleri olsa da ilacı üretmesi veya onaylaması için baskı yapılıyor. Bu, senelerdir süregiden bir gerçek… Bunun sonuçları feci oldu; olmaya da devam edecek.

Sizce ilaç şirketlerindeki üst düzey yöneticilerin hastalıkları tedavi etmek gibi bir gayeleri var mı?

Hayır. İlaç üretimi hastalıkların semptomlarını (belirtilerini) tanımlamaya ve sonra da bu belirtileri ortadan kaldıracak bir molekül sentezlemeye dayanıyor. Bu moleküller ise, bitkilerden veya diğer doğal kaynaklardan elde ediliyor, yani doğa kopyalanıyor. Maalesef doğal yapıları değiştirilmiş olduğu için kan dolaşımına çok hızlı girebiliyor ve riskli olabiliyorlar. Bu kopyalar aynı zamanda toksik çünkü vücudumuz bunlara doğal maddeler gözüyle bakmıyor.
Tekrarlayacak olursak, hastalığın “sebeplerini” umursamıyorlar. İlaç şirketi iş modeli “sürdürülebilirlik” üzerine kuruludur. Hastalığın sebebini ve bunun dermanını bulmaktansa, hastaların sadece hayatlarını sürdürmesi sağlanır. Herhangi bir hastalığa derman olabilecek tek bir reçeteli ilaç bulamazsanız.
Hastalıkları iyileştirmek, ilaç şirketlerine iş modeli olarak pek karlı gelmez, sadece hastalıkların belirtilerini yok ederler. İlaç endüstrisi, sadece “hasta insanlardan” para kazanabilir. Hatta sağlık sigortası olan hasta insanlardan dersek daha doğru olur.
Bu iş modeli ilaç şirketlerine büyük kâr getirir ve insanların kendilerine bağımlılığını garanti altına alırlar. İnsanların bu bağımlılığı sayesinde ilaç reklâmlarının, ilaç deneylerinin, üniversite araştırmalarının, hükümete yaptıkları lobi faaliyetlerinin ve “hayalet yazarların” parasını öderler. Bu stratejilerin hepsi birden hem toplumun, hem de hekimlerin gözünü boyamak için kullanılır.
Ölümcül sağlık efsanelerinin çıktığı noktalar işte bunlar. Bu efsanelerden bazıları “kolesterolün kalp hastalıklarına sebep olması, insülinin diyabet için yegâne tedavi olması ve Afrikalı insanların AIDS’ten ölmeleri”.
Sahtekâr bilim ve “hayalet yazarlar” aracılığıyla, hem toplumu, hem de tıp dünyasından birçok saygın uzmanı bu efsanelerin kurbanı haline getirdiler (Hayalet yazarlık: İlaç şirketlerinin, ilaçları hakkında olumlu makaleler hazırlayıp, para karşılığı saygın bilim adamlarının imzalarıyla yayınlatmaları).
Karlarını daha da artırmak için ilaç şirketleri hastalık da icat eder, ardından bu yeni hastalığa çare olarak sundukları ilaçlarını pazarlarlar.

Siz hastalık icat etmek gibi bir şey söyleyince çoğu okuyucumuz “yok, bu kadar da olmaz artık” diyecektir. Hastalık yoksa şirketler nasıl icat edebilir ki?

Hastalık icat etme fikri sanki bir komplo teorisiymiş gibi algılanmasın. Kötü alışkanlıklar nedeniyle zaten oluşan rahatsızlıkları bulup, bunları bir hastalık olarak etiketlemekten ibaret bir iş aslında.
Mesela, adet öncesi her kadının yaşadığı sıradan gerginliklere “premenstrüel sendrom” diye bir isim takarsınız. Bunun bir ruh hastalığı olduğunu iddia edersiniz. Ve arkasından, bu sözde “ruh hastalığını” tedavi edecek yeni anti-depresanınızın reklâmını yaparsınız. Mekanizma bu kadar basit. Veya kellik, menopoz gibi hayatın doğal akışında gerçekleşen olayları topluma bir hastalıkmış gibi yansıtırsınız. Hastalık icat etmek derken bunları kastediyorum. Belki duymuşsunuzdur, yakında köpeklere de anti-depresan yazacaklar!
Aslında, hastalık denen çoğu şey yaşam biçimimizi değiştirerek düzeltilebilir. Bu nedenle, alışkanlıkların hastalıklara sebep olabileceğini veya hastalıkları düzeltebileceğini devamlı vurguluyorum. Bizi ilaçlar değil, kötü alışkanlıklarımızı değiştirmek iyileştiriyor. Hayatımızdaki en iyi alışkanlık ise, ilaç endüstrisinin ürettiği tüm ilaçlardan uzak durma olabilir.
Bu ilaçların nelere sebep olduğuna kitabımda da yer verdim. İnsanların sağlığına en çok zarar veren şeyler ilaçlar ve çocuk-yetişkin herkesi ilaç bağımlısı olmaya zorlayan doktorlardır.

Ama hastalıkları tedavi eden ilaçlar da var. Mesela antibiyotikler…

Evet, antibiyotikler enfeksiyonları tedavi eder. Bu hemen hemen doğru. Antibiyotikler kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. Fakat antibiyotik kullanımı başka enfeksiyonlara sebep olur. Uzun vadede, insan eliyle üretilmiş olan antibiyotikler daha güçlü ve daha ölümcül bakterilerin üreyebileceği bir ortam oluşturur. Bu durumda, buna tedavi demenin imkânı yoktur. Kaldı ki, geleneksel Çin tıbbı, binlerce yıldır bakteri ve virüs kaynaklı enfeksiyonları başarıyla ve çok ucuz yöntemlerle zaten tedavi ediyor.

Kadınlar için kanserden korunma rehberi 2

Vücudunuzu güçlendirmenin yolları: Meme kanserini yenen ve yazarlık hayatına başarıyla devam eden Roberta Altman’dan değerli tavsiyeler.

Roberta Altman’ın, “Every Woman’s Handbook for Preventing Cancer” (Her Kadının Kanseri Önleme Kitabı) isimli kitabından vücudumuzu kanserden korumaya yardımcı olacak yollar şöyle:

Vücudunuzu güçlendirmek için:

Yeme alışkanlıklarınızı değiştirin: Daha az ama daha besleyici gıdalarla beslenin. Pişmiş yemeklerin yanı sıra bolca çiğ sebze meyve tüketin. Sindirim sisteminizin daha rahat çalışabilmesi için karışık yemekler yemeyin. Acıkmadan sofraya oturmayın. Doğal gübreyle yetiştirilmiş, üzerine kimyasal ilaç sıkılmamış meyve, sebze, kuru yemiş, tahıl ve baklagilleri tercih edin.

Çocuk doğurmak: 30 yaşından önce çocuk doğurmak meme kanseri riskini azaltıyor.

Bebeğinizi emzirmek: Bebeğinizi emzirmek hem onun, hem de sizin sağlığınız için mükemmel bir fırsattır.

İyimserlik: Stres, depresyon, kendine güvenmeme gibi duygular vücudu olumsuz yönde etkiliyor. Mümkün olduğunca iyimserliği korumaya çalışmak bağışıklık sisteminizi her anlamda daha sağlam tutacaktır.

Keten tohumu: Sabahları taze kavrulmuş ve öğütülmüş keten tohumu yiyin, salatalarınıza serpin, hamur işlerine katın. Keten tohumunu öğütülmüş olarak satın almayın çünkü içindeki faydalı maddeler bayatlayabilir. Kullanacağınız kadarını hafif ateşte yağsız olarak çok az kavurup tahta havanda dövün.

Sarımsak: Her gün bir diş sarımsak yemek hastalıkları uzak tutar.

Antioksidanlar: Meyve ve sebzelerde bulunan antioksidanların bağışıklık sistemimize yardımcı olduğu biliniyor. Mevsimin meyve sebzesini seçin, özellikle çiğ tüketmeye çalışın.

Beta-karoten içeren yiyecekler: Kayısı, brokoli, kavun, havuç, yumurta, karaciğer, şeftali, balkabağı, kıvırcık salata, ıspanak, domates, tam yağlı süt gibi yiyecekler beta-karoten içerir. Bunları mevsiminde ve organik olanlarından yemeye çalışın.

Lifli gıdalar: Kepekli tahıllar, tam buğday unu gibi kepeği ayrılmamış unlar, kepekli pirinç, yulaf ezmesi, nohut, mercimek, badem, yerfıstığı, enginar, taze fasulye, brokoli, Brüksel lahanası, beyaz ve kırmızı lahana, havuç, karnabahar, kereviz, mısır, şalgam, patates, ıspanak, domates, elma, kuru veya taze kayısı, muz, kavun, kiraz, vişne, hurma, kuru veya taze incir, greyfurt, portakal, şeftali, armut, üzüm, çilek lif bakımından zengin gıdalar. Meyveleri kabuğu ve çekirdeğiyle yemek çok daha iyi.

Lahana ve karnabahar ailesi: Brokoli, Brüksel lahanası, lahana, kara lahana, karnabahar, şalgam, turp gibi sebzeleri bol bol yiyin.

Spor: Düzenli olarak ve aşırıya kaçmadan yürüyüş, koşu, yüzme gibi sporları yapanların bağışıklık sistemi kuvvetleniyor.

Yeşil çay: Yeşil çay fazla işlem görmemiştir, çay yaprakları sadece kurutulur. Bir bardak sıcak suyu ateşten aldıktan sonra bir çimdik yeşil çayı içine atın. 2-3 dakika üstü kapalı olarak demleyip süzün.

Zeytinyağı: Atina Üniversitesi ve Harvard Halk Sağlığı Okulu’nun 2300 kadın üzerinde yaptıkları araştırma, günde bir öğünden fazla zeytinyağı kullanan kadınların daha az kullananlara oranla meme kanseri risklerinin daha düşük olduğunu gösterdi.

Omega 3 yağ asitleri: Mucizevi yağ denen omega-3 yağ asitleri balık, keten tohumu, semizotu ve cevizde bulunuyor. Vücudun savunma sistemini güçlendirmek için bu yiyeceklerden tüketmemiz tavsiye ediliyor.

Selenyum: Selenyum minerali de antioksidan vazifesi yaparak vücudumuzu koruyanlardan. Kansere karşı korunmada da etkili olduğu söyleniyor. En iyi selenyum kaynakları balık, böbrek, karaciğer, et, yer fıstığı, tam tahıllar (kabuğu ayrılmamış tahıllar ve unları).

Sebzeler: Sebze yemek, özellikle de çiğ sebze yemek bağışıklık sistemi için çok önemli. Kereviz, pırasa, soğan, domates, enginar, ıspanak gibi sebzeleri çiğ olarak yemeyi deneyin. Sadece mevsimin meyve sebzesini kullanın. Donmuş veya konserve sebzeleri almamaya çalışın. Organik olanları tercih edin ve eğer mümkünse kendiniz yetiştirin. Roka, maydanoz, dereotu, domates, biber, salatalık, bakla çok kolayca yetiştirilebiliyor.

E vitamini: Vücudumuzda bulunan serbest radikalleri atan antioksidanlardan biri de E vitaminidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. E vitamini alabileceğiniz yiyecekler hindiba, hardal otu, balkabağı, elma, kayısı, şeftali, balık, badem ve ayçekirdeği.

Kadınlar için kanserden korunma rehberi 1

Bu hastalığı uzaklaştırmak, geriletmek, hatta hiç yaklaştırmamak mümkün. Birkaç küçük şeye dikkat edip, birkaç yabancı maddeyi hayatınızdan çıkararak. İşte hayat kurtaracak tavsiyeler…

Roberta Altman, “Every Woman’s Handbook for Preventing Cancer” (Her Kadının Kanseri Önleme Kitabı) isimli kitabında kanserden korunmanın yollarını gösteriyor. Yazar, hem direk etkisi kanıtlanan konulara yer veriyor, hem de şüpheli konulara.

Kansere etkisi olduğu kanıtlanmamış konulara neden yer veriyor? Çünkü bir şeyin “kanserojen” olduğunun kanıtlanması uzun yıllar alıyor. O uzun yıllar boyunca o kanserojen maddeyi doktorlar tavsiye ediyor, devlet kullanılmasına izin veriyor. Bu sırada binlerce insan hastalanıyor ve “aa, kanser yapıyormuş” deniyor.

Verebileceğimiz en çarpıcı örnek sigara. Amerikalı bir doktor bundan uzun yıllar önce her gün bir tane sigara içilirse akciğer kanserinden korunacağımızı duyurdu. Biz de eve gelen misafirlerimize ısrarla sigara ikram ettik. Küçük yaşta sigaraya başladık. Şimdi, sigara “kanserojen” olduğu kanıtlandığı için yasaklanıyor.

Yani, bu örnek gibi, bazı şeylerin genel kabul görmesini beklemeden, aklıselimle uzak durmak en iyisi galiba. Gelelim Roberta Altman’ın tavsiyelerine:

Uzak durulması gerekenler:

Sigara: Sigaranın zararlarını hepimiz biliyoruz. Sigara içilen kapalı yerlerde bile durmamak en iyisi.

Kimyasallar: Yiyecekler, içecekler, soluduğumuz spreyler, vücudumuza sürdüğümüz kremler, parfümler, deterjanlar, plastik kaplar ve böcek ilaçları ile kimyasallara maruz kalıyoruz. Bunların en tehlikeleri vücuttaki östrojen hormonunu taklit ederek meme, yumurtalık kanserine sebep olanlar. Kısaca, markette satılan çoğu şeyden uzaklaşıp, doğal ürünleri hayatınıza sokmanın zamanı geldi.

Cep telefonu: Cep telefonu ve baz istasyonları hakkında araştırmalar sürüyor. Çok geç olmadan, cep telefonunu uzaklaştırın. Mutlaka kullanmak zorundaysanız, üstünüzde taşımayın, çok kısa süre konuşup kapatın, kullanmadığınız zamanlarda kapalı tutun (hatta içindeki çipini çıkarın). Çocuklar ve hamileler cep telefonuna yaklaşmamalı ve onların bulunduğu ortamda cep telefonuyla konuşulmamalı.

Şeker: Şeker kanser hücrelerinin en sevdiği şeydir. Şekerden ve yapay tatlandırıcılardan uzak durun. Çiğ yiyeceğiniz yemekleri balla, pişireceklerinizi pekmezle tatlandırabilirsiniz.

Spreyler: Deodoran, oda kokusu, böcek ilacı, mobilya cilası, saç bakım ürünleri sprey şeklinde olabiliyor. Soluduğunuz bu spreylerin içindeki kimyasallar size zarar verebilir. Bunları hiç kullanmamaya çalışın.

Hormonlu süt ve et: Genleri değiştirilerek üretilmiş BST (bovine somatotropin) isimli bir ilaç hayvanlarda süt üretimini artırmak için kullanılıyor. Bu da IGF-1 (insulinlike growth hormone – insüline benzer büyüme hormonları) salgılanmasına yol açıyor. IGF-1 ise normal meme epitelini kansere çevirebiliyor. İçtiğiniz sütün, yediğiniz etin hormonlu olmadığından emin olun. Alışveriş yaptığınız yerlere baskı yaparak üreticilerin üretim yöntemlerini öğrenin.

Yapay tatlandırıcılar: Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi geçmişte “siklamat” isimli yapay tatlandırıcıyı mesane kanserine sebep olduğu için yasakladı. Diğer yapay tatlandırıcılardan ve bunların kullanıldığı diyet içeceklerden kaçınmakta fayda var.

Kürtaj: Bazı araştırmalar kürtaj yaptırmanın meme kanseri riskini arttırdığını ortaya koyuyor. Bazı araştırmalar ise bir bağlantı olmadığını iddia ediyor. Siz gene de kürtajı bir doğum kontrol yöntemi olarak görmeyin.

Alkol: Bazı bilim adamları çok az alkolün bir zararı yok dese de, 1987 yılında New England Journal of Medicine dergisinin yayınladığı bir araştırmaya göre “az alkol tüketmek bile kanser riskini yüzde 50 artırıyor”.

Saç boyası: Saç boyalarının bileşiminde bulunan kimyasal maddelerin bir kısmının kanserojen olduğu biliniyor, bir kısmı için araştırmalar hala sürüyor. Bu kimyasallar kafa derisinden vücuda geçebiliyor.

Hormon tedavisi: Menopoz dönemindeki kadınlara dayatılan HRT (hormon replasman tedavisi)’nin meme ve endometriyal kanser riskini artırdığı kanıtlandı.

Nitratlar, nitritler ve nitrosaminler: Şarküteri ürünlerine ve bazı peynirlere katılan nitratlar oda ısısında nitritlere, onlar da daha sonra nitrosaminlere dönüşür. Daha çok sosis, salam, sucuk gibi yiyeceklerde bulunan nitratlar mide ve esophageal kansere yol açabilir.

Kolesterol düşürücü ilaçlar: Bazı araştırmalar kolesterol düşürücü ilaçların kanser riskini artırabildiğini gösteriyor. Ciddi bir kalp hastalığınız yoksa bu hapları kullanmak yerine daha az yemek yiyerek, spor yaparak, daha sağlıklı yiyecekler seçerek kolesterolünüzü düşürmeyi deneyebilirsiniz.

DDT ve diğer böcek ilaçlarıyla yetiştirilmiş meyve sebze: DDT birçok ülkede yasaklandı ama yasaklanmasından 20 sene sonra bile insan vücudunda bulundu. DDT de östrojen hormonunu taklit ediyor. Hiç böcek ilacı kullanılmadan yetiştirilmiş meyve ve sebze bulmak en iyisi. Bulamıyorsanız meyve ve sebzelerin en azından kabuğunda biriken yabancı maddelerden kurtulmak için sirkeli suda bekletin. Üzerine böcek ilacı sıkılmamış organik ürünler satın almaya çalışın.

Dioksin içeren ürünler: Dioksin son derece toksik ve kanserojen olduğu bütün resmi kurumlarca kabul edilmiş bir madde. Tuvalet kağıdı, kağıt havlu, kağıt mendil, süt ve meyve suyu kartonları, tamponlar, kahve makinesi filtreleri, tek kullanımlık çocuk bezleri, peçeteler klorlu ağartma işleminden geçerse dioksin içerebiliyor. Hem kullanılırken, hem de kullanıldıktan sonra çöplüklerde yakıldığında solunum yoluyla vücudumuza girebiliyor. Pamuklu bezden yapılmış çocuk bezlerine, adet dönemi bezlerine ve peçetelere geri döneceğiz.

Diüretikler: Vücuttan su atmak için kullanılan diüretik ilaçlar böbrek kanserine sebep olabiliyor. Bu ilaçları kullanmak yerine yemeklerinize daha az tuz atmayı deneyin.

Kuru temizleme: Kuru temizleme sırasında kullanılan kimyasallardan “perchloroethylene”den uzak durmakta fayda var. Bu konuda araştırma yapan Dr. Edward Groth kuru temizleme gerektiren giysiler kullanmamayı öneriyor.

Mamografi: Bazı doktorların tavsiye ettiği gibi her sene mamografi çektirmenin bazı yan etkileri de var. Mamogram kendi başına bir radyasyon kaynağıdır.

Ağız temizleme sıvıları: Amerikan Kanser Enstitüsü, içinde en az yüzde 25 alkol bulunan ağız temizleme sıvılarının oral ve pharyngeal kansere sebep olduğunu bildirdi.

Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapları hakkında çok şey söylendi. Kimi kansere sebep olmaz derken, kimi olur diyor. Üstelik çok da farklı çeşitleri var. Ama aklınızda bulunsun; Amerikan Kanser Enstitüsü’nün 1995 yılında yaptığı bir araştırmaya göre meme kanseri riskini artırabiliyor. Rahim ağzı kanseri riskini de artırabiliyor.

Çokeşlilik: Birden fazla insanla cinsellik veya eşin başka ilişkilerinin olması rahim ağzı kanseri riskini artırıyor.

X-ışınları: Çok mecbur kalmadıkça röntgen çektirmemeye çalışın. Lösemi ve meme kanseri vakalarıyla ilgili yapılan bir araştırmada x-ışınları küçük de olsa nedenler arasında bulundu.

Elektromanyetik dalgalar: Cep telefonları, kablosuz internet bağlantısı, radyo dalgaları vücudumuza zararlı ışınlar yayıyorlar. Sadece bunlar da değil, elektrikle çalışan ütü, televizyon, çalar saat, bilgisayar, süpürge, buzdolabı gibi ev aletleri veya fotokopi makinası gibi ofis aletleri de elektromanyetik dalga yayıyor. Bu aletler çalışırken mümkün olduğu kadar uzakta durun. Çalar saatinizi başucunuzda tutmayın. Yatak odanızda veya odanızın yakınında hiçbir elektrikli alet tutmayın. Kullanmadığınız zaman fişten çıkarın.

Asbest: Asbest Amerika’da 1970’lere kadar yoğun bir biçimde yalıtım sistemlerinde kullanıldı. Binaların yerlerinde ve döşemelerinde de bulunabiliyor. Akciğer ve larinks kanserlerine sebep olabilen asbestten uzak durmak gerekiyor.

Teflon deyip geçmeyin, durun ve düşünün bir daha!

Teflon ve benzeri yapıştırmaz yüzeyli tavalarda bulunan bir kimyasal madde kana karışabiliyor. Hatta yeni doğan bebeklerin kanında bile çıkabiliyor.

Yapıştırmayan tava ve tencereler birçok kadına çok pratik bir çözüm gibi görünüyor. Bu tavada ne pişerse pişsin yapışmıyor, kolayca yıkanabiliyor.

Oysa Jennifer McKinley’in naturalnews.com sitesinde yayınlanan yazısına göre, bu tava ve tencereler “göründüğü gibi değil”:

“Perflurooctanoic Acid (PFOA) maddesi ile ilgili tartışmalar sürüyor. PFOA maddesi Teflon ve diğer yapıştırmaz yüzeylerin, şekerleme ambalajlarının, patates kızartması ve pizza kutularının, kâğıt tabakların ve lekelere dayanıklı halıların üretiminde kullanılıyor. Yapıştırmayan tavaların yapıştırmamasını sağlayan madde bu. PFOA içeren ürünlerin bulunduğu diğer markalar Stainmaster, Scotchgard, SilverStone, Fluron, Supra, Excalibur, Greblon, Xylon, Duracote, Resistal, Autograph ve T-Fal.

Tefal’in üreticisi DuPont şirketi PFOA’nın sadece üretim sürecinde kullanıldığını, tencere ve tava gibi nihai ürünlerinde bulunmayacağını iddia ediyor. Oysa, ABD’de kadın, erkek ve çocukların yüzde 95’inin kanında bu kimyasal bulundu. Bazı araştırmalar, bu kimyasalın pankreas, karaciğer, testis ve meme kanseri riskini artırabileceğini işaret ediyor. Hamilelikte düşük riski, kilo kaybı, tiroid problemleri, bağışıklık sisteminde zayıflık gibi farklı sorunlarla da ilişkilendiriliyor.

Yenidoğan bebeklerin kanında çıktı

Johns Hopkins Bloomberg Halk Sağlığı Okulu’nun yaptığı bir araştırmada PFOA maddesinin bebeklerde düşük doğum tartısı ile ilişkili olduğu görüldü. Şubat 2007’de 300 yenidoğan bebeğin kanlarındaki PFOA ve diğer florine kimyasalların seviyesi ölçüldü. Kanında yüksek oranda PFOA bulunan bebeklerin doğum tartısının daha düşük, kafatası çaplarının daha küçük olduğu görüldü.

Environmental Working Group isimli çevre örgütü ise yayınladığı raporda PFOA kimyasalının İtalya, Rusya, Japonya, ABD ve Belçika’da doğal ortamlarında yaşayan yabani hayvanların kanında dahi bulunduğunu bildirdi. Fok balıkları ve yunuslar gibi deniz canlılarının dolaşım sisteminde görüldü.

Denetimi yok

PFOA maddesinin kullanımı ile ilgili bir denetim yok. Çevre kuruluşu EPA DuPont’tan bu zehirli kimyasalın kullanımını durdurmasını istedi fakat şirket bu konudaki uygulamalarını kendi inisiyatifleriyle belirliyor. DuPont fabrikalarında PFOA kullanımının yüzde 97 oranında azaltıldığını bildiriyor ama henüz bu maddeyi topyekün üretim sürecinden çıkarmış değil. Bu konuda herhangi bir söz de vermiyor.

Çevre kuruluşu EPA’ya göre PFOA’nın kanserojen olması “muhtemel”.

Ailenizi korumak için

Yemek pişirirken yapıştırmayan tavaları değil, daha sağlıklı malzemeleri tercih etmek gerekiyor. Özellikle küçük çocuklarınız varsa, hamileyseniz, genç kızınız, genç oğlunuz, hastanız varsa veya hastalıkları uzak tutmak istiyorsanız…

Beslenme uzmanları en çok cam ve toprak malzemelerin kullanılmasını öneriyorlar. Toprak güveçlerde ağır ateşte yapılan yemekleri en sağlıklı yemekler arasında sayıyorlar.

İkinci sırada ise dökme demir tava ve tencereler var.

Daha sonra kalaylı bakır, çelik ve emaye kaplamalı tencere ve tavaları tercih edebilirsiniz.

Burada saydıklarımızdan hangisini kullanırsanız kullanın, yemeğinizi pişirdikten sonra fazla bekletmeden yemeye çalışın. Yemeklerinizi saklamanız gerektiğinde metal veya plastik kapları değil cam veya boyasız porselen kapları tercih edin.”

Beşi bir yerde ile ayda ‘beş’ kilo verin!

Yeşil çay, biberiye, kekik, mate ve funda yaprağı karışımıyla ayda ortalama beş kilo verebilirsiniz.

Havaların yavaş yavaş ısınmaya başladığı şu günlerde özellikle bayanların aklına takılan en çetrefilli soru, ‘Acaba ne yapsam da zayıflasam?’ oluyor. Uzmanlara göre kadınların aklına takılan bu sorunun cevabı çok basit: Bitki çayları. Yeşil çay, biberiye, kekik, mate ve funda yaprağı karışımıyla ayda ortalama beş kilo verebilirsiniz.

Sağlıklı beslenme ve yaşam uzmanı Dr. Ender Saraç, doğal yollardan kilo vermenin insan sağlığı için büyük önem taşıdığını söylüyor. 'Bitki yaprakları, dengeli bir şekilde kullanıldığında vücuttaki yağları yakmaya ve kolesterolü dengelemeye yardımcı oluyor' diyen Saraç, bitki çayı diyetiyle ayda beş kilo vermenin mümkün olduğunu vurguluyor. Sağlıklı yaşam uzmanı, bitki karışımlarından elde edilen zayıflama çayının günlük iki veya üç bardaktan fazla içilmemesi gerektiğini ifade ediyor. Saraç, "Diyet çayları hazırlanırken bitkiler kaynatılıyor. Bu yanlış bir uygulama. Doğru ve etkili bir bitki çayı hazırlamak isteyenler, suyu kaynattıktan sonra yaprakların demlenmesini beklesin." şeklinde konuşuyor.

Beslenme Uzmanı ve Diyetisyen Taylan Kümeli ise yaz aylarının yaklaşmasıyla birlikte sağlıklı bir bedene sahip olmak isteyenlerin bitki çaylarına yöneldiğini belirtiyor. Toksinlerin doğal yöntemler sayesinde kolayca atılabileceğine dikkat çeken Kümeli, bitki çaylarının içerisine tatlanması için şeker karıştırılmasının yanlışlığına dikkat çekiyor. Bu karışımların bazı hastalarda alerjiye yol açabileceğini hatırlatan Kümeli, 'Çabuk zayıflamak için aşırıya kaçmayın.' uyarısını yapıyor.

Mısır Çarşısı'nda şifalı bitkiler satan Sait Develi, yağ sökücü, tok tutucu ve sindirimi kolaylaştırıcı bitki yapraklarından hazırlanan 'beşi bir yerde' karışımının son derece etkili olduğu, müşterilerden olumlu tepkiler aldıkları bilgisini veriyor. Mate, yeşil çay, funda, biberiye ve kekik yapraklarının sıcak suda demlenmesiyle oluşan karışım, vüvutta biriken toksin ve ödemi atarak ayda yaklaşık beş kilo vermenizi sağlıyor.

Her şifalı ot zayıflatır mı?

Ünlülerin diyetisyeni Selahattin Dönmez: 2006 yılı American Journal of Clinical Nutrition dergisi mart sayısında yayınlanan bir makalede bitki çaylarının zayıflama üzerindeki olumlu sonuçlarına yer verilmişti. Ben, bir diyetisyen olarak kilo problemi yaşayan hastalara bitki çaylarını öneriyorum. Peki, nedir bu bitki çayları? Her şifalı ot, zayıflamaya yardımcı olur mu? Tabii ki bu mümkün değil. Doğal ortamda yetişen kekik, yeşil çay, biberiye, mate ve funda yaprağının ortak bir özelliği var. O da şu: Bu bitki yaprakları kış aylarında insan vücudunda biriken toksinlerin atılmasına yardımcı oluyor. Ama bu diyetin yanında gün içerisinde alınan besinlere çok dikkat etmek gerekir. Eğer sıkı bir gıda diyetinin yanında günlük iki ya da üç bardak taze demlenmiş bitki çayları da kullanılırsa kilo vermeye yardımcı olur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bu bitkilerin bir uzman kontrolünde alınmasıdır.

Diyetisyen Oya Yüksek: Bu bitkiler, insan metabolizmasını hızlandırarak vücutta oluşan ödemi atmaya yardımcı oluyor. Özellikle yeşil çay, bunlar arasında en etkili olanı. Bitki yapraklarından oluşan bu karışımın doğal olması ve kimyasal madde içermemesi sebebiyle pek çok kişi tarafından kullanılıyor. Burada önemli olan ise ‘doğal' diyerek aşırıya kaçmamaktır.

Beşi bir yerde nasıl hazırlanıyor?

Bir litre kaynamış suya birer çay kaşığı mate, yeşil çay, funda, biberiye ve kekik yaprağı atılır. On dakika demlenmesi bekelenir ve süzülerek içilir.

ENDER SARAÇ: Doğal yollardan kilo vermek, insan sağlığı için büyük önem taşıyor. Bitki çayı diyetiyle ayda beş kilo vermek mümkün. Ancak günde iki ya da üç bardaktan fazla içilmemeli.


TAYLAN KÜMELİ: Son zamanlarda zayıflamak isteyenler bitki çaylarına baş vuruyor. Kış aylarında vücutta biriken toksinler kolayca atılabiliyor. Ancak bu karışımları içerken dikkat edilmeli, aşırıya kaçmamak lazım.


SELAHATTİN DÖNMEZ: Her şifalı ot, zayıflamaya yardımcı olur mu? Sıkı bir gıda diyetinin yanında günlük iki ya da üç bardak taze demlenmeş bitki çayları da kullanılırsa kilo vermeye yardımcı olur.

Hangi bitki, ne işe yarıyor?

Mate yaprağı: Tüm dünyada obezite tedavisinde kullanılan mate çayı, yağ emilimini engelleyerek vücuttan su atımını kolaylaştırıyor. Her yaşta insanın rahatça kullanabileceği bitki, iştahı kapatarak zayıflamaya yardımcı oluyor.

Yeşil çay: Son yıllarda kullanımı bir hayli artan yeşil çay, vücutta biriken toksinleri atarak sindirimi kolaylaştırıyor.

Funda yaprağı: İyi bir böbrek çalıştırıcı ve idrar sökücü olan yaprak, bu özelliğiyle zayıflamaya yardımcı oluyor.

Biberiye: Yağ eritici ve hazım kolaylaştırıcı bu bitki, vücutta biriken toksinleri atarak ideal bir kiloya kavuşmanızı sağlıyor.

Kekik: Halk arasında yaygın olarak kullanılan kekik, sindirimi kolaylaştırarak vücuttaki fazla suyu atarak kilo vermenizi sağlıyor.